Kayada Bir Mecnun: Türkiye’de Tırmanışçı Olmak



2014 Şubat. Geyikbayırı’ndayım. Kilometrelerce kaya bandı, yüzlerce rota, çeşitli milletlerden tırmanışçılar, kışın parlayan güneş… Birkaç aydır salonda tırmanıyordum ancak Geyikbayırı’nı görüp kayalarına dokununca ‘tamam’ dedim ‘bu işi yapıyorum’. Ne bisikletin tekdüzeliği ne de savunma sanatlarının hayattan soyutlanmış hâli vardı. Kayada her rota eşsiz, hepsi ayrı maceraydı. Zehir kana girdi.

Kaya tırmanışının neden insanları bu denli kendine bağladığını hep düşünmüşümdür. Gittikçe daha zorlu/tehlikeli çıkışlar yapmak desem?
Bir sürü yaşlı, genç tırmanışçı görüyorum, hep aynı zorlukta tırmanıyorlar ve gayet eğleniyorlar. Ellerinden gelse işi gücü bırakıp o şekilde tırmanmaya bıkmadan devam ederler. Yani sürekli daha zor bir şeyleri bırak zor bir şeyler tırmanmak bile umurlarında değil.
Peki, adrenalin desem?
Muhakkak etkisi vardır ama lunaparktaki adrenalinden farkı ne bizimkisinin ya da paraşütle atlamaktan?

İnsanları ‘An’da kalmaya zorlayan, mecbur eden en önemli şey belki de ölüm tehlikesi. Tırmanırken insan her hamlede yerden biraz daha uzaklaşıyor, yani ölüm riski sürekli artıyor. Yıllardır bu işi yapanlar malzemelerin ne kadar güvenli olduğunu bilseler ve düşmekten hiç korkmasalar da temelde düşmemek için delicesine tutunuyorlar. Yeni başlayanlar için bu can havliyle tutunma daha belirgindir. Vücut öylesine düşmemeye kodlanmıştır ki boşluğa kendini bırakıp ipte asılı kalmayı bir türlü göze alamaz. Hatta bir arkadaşınızı daha iyi tanımak için bir gün kayaya götürüp tırmandırın, düşmemek için tüm gücüyle kayayı sıkarken söylediklerinden bazen o kişinin tanıdığınız kişi olduğundan şüphe edebilirsiniz. İşte tam olarak insanları tırmanışa bağlayan his bu diye düşünüyorum. Doğada olmak, eşsiz güzellikler eşliğinde spor yapmak, milyonlarca yıllık kayalarla dans etmek ve bence en önemlisi de her hamlede en temel içgüdüne, hayatta kalma ve düşmeme içgüdüne karşı koyup kontrol altına almak bu sporu benzersiz ve kopulmaz kılıyor.

2013 Temmuz. Yedi yıl sonra üniversite bitti ve birçokları gibi aslında pratik iş yaşamına dair fazla bir şey bilmediğimi ve mezun olduğum bölümün iş dünyasının hangi kısmından başlamam gerektiğini gösteren bir yönlendirmeden ibaret olduğunu anladım. Her şey yeni başlamaktadır ve girdiğin sektörün ihtiyacı olan bilgiyi öğrenmek ve sana öğretilenlerin çoğunu bir kenara bırakmak zorundasındır.
20’li yaşlarda öyle bir an gelir ki, farklılıklarını ilhama, hayallerini hakikate çevirmek ve cesaretinin sınırlarını görebilmek ile temel ihtiyaçlarını karşılamak için yaşamak ve tutkularına hobi muamelesi yapmak arasında bir seçim yapman gerekir. Ben ilkini seçtim. Yani mecnunluğu. Üstelik iyi mi yaptım kötü mü bilmiyorum. Çünkü hangi mecrada bulunursa bulunsun mecnunluk mutluluğu içermiyor.
Birçoğumuz tanımlı hayatların içine doğuyoruz. Ne olacağımız neyi ne kadar arzulayacağımız ve elde edeceklerimiz aşağı yukarı belli. Okuduğumuz okul, oyun oynadığımız mahalle farklı olsa da hepimiz aynı nehirde sürükleniyoruz. Bu nehir bizi okula, işe, eşe, çocuğa, toruna ve mezara kadar sürüklüyor. Bu sürüklenmeye dur diyebilmek, hiç olmazsa denemek, hiç denememekten daha iyi değil midir?

2019 Şubat. Datça’da dev Can Baba Sektör’de oturuyorum. Son bir ayda kaç gün güneşi gördüm hatırlamıyorum. Projeler ıslak. Buz gibi bir rüzgar esiyor. Tırmanmayı bırak, sektörde dolaşmak bile çile. Hayatımın altı ayını buraya ayırmışım. Sevdiklerimi bırakıp gelmişim. Değer mi? Kimsenin umursamadığı bir kayada kimsenin umursamadığı bir sporu yapmaya çalışıyorum. Bir avuç insanın izlediği videolarla tırmanışseverlere ilham vermeye çalışıyorum. Nedenki?

2014 Ekim. Olimpos'tayım. Petzl Rocktrip için sağdan soldan para bulup gelmişim. Sabahları haşlanmış yumurta yiyip antik bir kentten geçerek tırmanışa gidiyorum. Akşamına makarna ya da mercimek. Tatile gelmiş kum, deniz, güneş meraklısı turistlerin içinde geceliği birkaç lira daha ucuz diye kamptan kampa taşınıyoruz. Gözüm hep kayalarda. Artık 7+ larda düşmüyorum ve ilk 8 imi çıkınca 'tamam' diyorum bu işin peşini bırakmak yok. Equus ve Tous les matins du monde ile yaşıyorum ve bir de Paris, Texas. Kayaları tutuyorum, onlar da beni tutuyor. Ayakkabı ve kemerimden başka tüm malzemelerim emanet. Bu işin nerelere kadar devam edeceğini hiç bilmesem de daha iyi olacak diyorum.

2016 Şubat. Geyikbayırı’ndayım. Birlikte binlerce kilometre yaptığımız tur bisikletimi satıp gelmişim. 2 aydır içinde zar zor oturabildiğim çadırımda yaşıyorum. Kampın ortak alanındaki sobanın üstüne dizdiğim portakal kabuklarına dalıp gidiyorum. Bu fedakârlık duygusu hoşuma gidiyor. Bu sürünme. Bu mecnunluk. Sevdiğinin peşinden gitme hâli. Tecilim bitmiş, artık bir de asker kaçağıyım. Antalya'ya her gidişimde geriliyorum çevirme noktalarında. Şimdi tam bir kaçığım. Köye her otostop çekişimde tırmanışla ilgili sorular, sorgulamalar. Ne benim cevaplarım onları tatmin ediyor ne onların söyledikleri bana bir şey ifade ediyor. Mal mal bakıp konuyu değiştiriyoruz. Hayat yapbozuna uymayan bir parça gibiyim.

2016 Ağustos. Aladağlar'dayım. Haftada 100 liraya kiraladığım motorsiklet Kazıklıali'ye giderken fiyatının hakkını veriyor ve patlayan lastiğiyle asfaltta yılan gibi kıvrılıyoruz. Sıyrılan dirseğimi görünce tek bir şey düşünüyorum: acaba tırmanışımı etkiler mi? Mecnunluk bitmiyor, kayaları görünce kimse umrumda olmuyor. Tırmanışla arama kimse giremiyor. Dörtnala atımı hedefe koştururken terkimden düşenleri toplayamıyorum.

2018 Şubat. Geyikbayırı'ndayım. Her derde deva güzellikte Geyiksivrisi manzarasına açılan bungalovumdan çıkıp Trebenna'ya gidiyorum. Çantamda en iyisinden üç çift ayakkabı. Bir önceki sene delik bir ayakkabı ve üç kuruşla tırmanmaya çalışan ben artık sponsorluyum, hiç bir masrafı düşünmem gerekmiyor. Artıya geçemesem de eksiye düşmüyorum hiç değilse. Şükran doluyum. Yine de bu tutkunun beni fazla tuttuğunu düşünmekten alamıyorum kendimi. Tırmanışı çok sevmeme rağmen burada yaşarken dışarıda kaçırdığım bir hayat olduğu hissine kapılıyorum sıkça.

2019 Mayıs. Datça'dayım. Neredeyse aralıksız kayada geçen 5 buçuk yıl oldu. Yoruldum. Sevdiğim işi yapacağım diye ucu ucuna yaşamaktan yoruldum. Millete laf anlatmaktan yoruldum. Artık tırmanışı profesyonel olarak yapmakta (yapmaya çalışmakta) bir amaç göremiyorum. Tırmanışı hayatımın birinci önceliği olmaktan çıkarıyorum. Hobi en temizi. Bana müsaade.



Tırmanışa gönül verecekler için sık karşılaşacakları sorulara/yorumlara cevaplar:

Soru: Tırman tırman nereye kadar?
Cevap: Bilmem. Nefes al ver nereye kadar? Her gün aynı işe git gel nereye kadar? Kafasına koyduğunu kalbi de eşlik ederek gece gündüz takip eden insanların adına korkmayı bırakın. Hangi alanda olursa olsun bir şeyleri daha ileri taşıyacaklar bu insanlardır. Tekdüze ve risksiz(!) hayatlarınızı haklılaştırmak için hayallerinin peşinden koşanlara taarruzdan vazgeçin.

Soru: Bir mesleğin olsa, tırmanışı hobi olarak yapsan? Hafta sonları filan?
Cevap: Mecnun’a hafta sonlarında, iş çıkışlarında Leyla’yı sevmesini söylemek kadar absürt bu. (Gel gör ki galiba dediğinize geliyorum yine de)

Soru: Oğlum işiniz gücünüz yok mu ne yapıyorsunuz kayanın tepesinde?
Cevap: ‘Müziği işitmeyenler dans edenleri deli zannedermiş’ demiş biri.

Soru: Tırmanıyonuz oralara para mı veriyolar size?
Cevap: Sen hiç aşık oldun mu kardeşim?
Alternatif Cevap: Sen hiç para dahil olmayan bir şey yapmadın mı arkadaş?
Alternatif Cevap2: He veriyorlar he.

Soru: Tırmandığınız kayalarda define buluyor musunuz hiç?
Cevap: Hayır birader sen olayı çok yanlış anlamışsın.

Yorum: Lan oraya ben de çıkarım.
Cevap: S.ktir git birader!

.
.
.



Elbet bir hinlik vardır seni sevişimde
Ey kanıma çakıllar karıştıran isyan

Saçlarıma bin küsür yalnızlığı takıp girdiğim şehre
insan varlığımızdan tuhaf tohumlar bıraksam
günü geçmiş bir gazete, toprak bir çanak
bir daha gelmem belki diye bir not bakır maşrapanın yanında
şeytanlar da yürür benimle herhal ıslık çaldığım için
bir şahan tüylerini döker ardımsıra

artık bırakılmaktan yapılma bir adam sayılırım
böğrümde kambur çocuklardan bir payanda.

Azan bir hevestir artık tanyeri
söküp gövdesinde bir cehennem parçalamak ister insan
şehrin defterini dürüp uzanmak ister yanına
üstümüzü kuş sesinden bir lekeyle örtmeli
umudumuzu kapmaya gelen makinaları
bütün çirkefini şehrin çarpıtıp aşkımıza
solumak gece
terlemek gece
gece çarşaflara…

Sen şimdi sevincimin akranısın
ey kanıma çakıllar karıştıran isyan
doğrusu seni toprağı eller gibi sevdim
yaralarımı onduranımsın
yatağımı hiç boş bırakmayan…

Yüzümü ellerimle yine kapayayım mı?
bekçi karısının belaltını mı anlatayım insanlara yoksa
onlara bilinmez bir toprak mı adayayım
değil
partizanlığım dalaşmak istiyor anla
bu sarsak hırgürüyle dünyanın
dalaşmak dalaşmak dalaşmak
böylece aşk akranım oluyor benim
ey bayırdan ve yokuştan uzaklara
ey çırpınan bir geyiktir memelerin
karnın ısırgan otları gibi aklımda.



İsmet Özel




Yorumlar

Popüler Yayınlar